Mehmet İMİK
imikmehmet@hotmail.com
Kültürel Yozlaşma..
14/07/2012 “Kültür, bir toplumu diğerlerinden farklı kılan değerler bütünü ve hayatı algılama biçimidir. “ Bilim ve teknoloji evrensel ama kültür millidir. Kültürlerin milli olması, içlerine kapanık, diğer kültürlerden kopuk olmaları anlamına gelmez. Yeryüzünde saf, katışıksız kültür unsuru yoktur. Hiçbir dil, mimari, musiki yoktur ki diğerlerinden etkilenmemiş, beslenmemiş olsun Kültürler birbirlerinden beslenir, birbirlerinden etkilenirler. Ancak etkilenme, aynileşme, kopyası haline gelmeye dönüştüğü zaman işte o zaman yozlaşma ve sonuçta yok olma süreci başlar. Bilim ve teknoloji maddi hayatımızla ilgili olduğu gibi kültür de manevi hayatımızla ilgilidir. Duygularımızı dille, ruhumuzun derinliklerinden gelen nağmeleri musikiyle, estetik zevklerimizi görsel sanatlarla ifade ederiz. Beşer olarak aczimizi, faniliğimizi hissettiğimiz zaman, yaratıcı kudrete sığınırız. Ülkenin temeli olan gençler aşırı eğlence,uyuşturucu madde ve diğer boş işlere yönlendirilir.Milli değerleri umursamaz hale getirilir.Gençlere yabancı hayranlığı aşılanır Kültürel yozlaşma sonucu bugün gençlerimiz maalesef büyük çapta renksiz, ruhsuz, şiirsiz bir dünyada yaşamaktadırlar. Gönüller Sultanı Yunus emre 7 asır önce maddenin şekil verdiği, mananın hayata hâkim olmadığı bir dünyada yaşayan insanların ızdırabını “Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı” Mısrası ile ifade etmiştir. Gerçekten bütün lükse, konfora, medeniyetin nimetlerine rağmen insanlık gönül darlığı içersindedir. Aristo, asırlarca önce “En betbaht millet, kaleleri ayakta iken kültürü ve ahlâkı harabe olan millettir” demişti. Kültürel yozlaşma beraberinde tabii olarak kültürün ve ahlâkın harap olmasını getirir. Atilla İlhan’ın şu sözleri bize ait olanların nasıl horlandığının, hayatımızdan koparılıp atıldığının bir örneğidir. “Lisede Sophokles okuduk. Klasik Türk Musikisine sövmeyi, divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık; kötü çevrilmiş Batı klasiklerine körükörüne hayranlık göstermeği öğrendik. Sanki Sinan, Leonardo’dan önemsiz, Mevlana, Dante’den küçüktü. Itri ise Bach’ın eline su dökmezdi. Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk.” Kültür emperyalizmine malzeme olmamak elbette dünyaya antenlerin kapatılması, değişen zaman ve şartlara göre kültürel olarak değişime direnmek anlamına gelmez ve gelmemeli. Kitle iletişim araçlarının başdöndürücü bir hızla geliştiği dünyamızda, özü korumak şartıyla, değişim, çağdaş dünyayla rekabet etmenin vazgeçilmez şartı olmuştur. Bal arısı, bal gibi bir gıdayı üretmekle beraber, zehiri de vardır. Akıllı insan, arıya yaklaşmasını bilen insan, balından yararlanır. Arıya nasıl yaklaşacağını bilmeyenler ise zehirinden nasibini alır. Bugün kültürel hayatımızın yozlaşmasına sahip olan kitle iletişim araçları, araç olarak son derecede faydalı ve masumdurlar. Onları iyiye ve güzele kanalize ederseniz iyi ve güzel sonuçlar alırsınız. Tersi yapıldığı zaman ise bugün ülkemizdeki durum ortaya çıkar. Halka bencillik aşılanır. Halk sadece cebini düşünür hale getirilir. Bugün ülkemizde yayın yapan gazete ve televizyonlarımızın çoğu, ne yazık ki, insanımızı enforme etmeleri gerekirken, kültürel hayatımızın taşıyıcı, öğretici, eğlendirici, düşündürücü unsurları olmaları gerekirken kültürel yozlaşmanın en büyük sebebi olabilmektedirler. Çok düzeyli ve sorumluluk bilinciyle yayın yapan bazı TV. Kuruluşlarını tenzih ediyorum ama televizyonlarımızın büyük bir kısmı tavernacı, gazinocu bir anlayışla yayın yapıyorlar. Şiddet, müstehcenlik, karamsarlık aşılama, özenti yaratma, yanıltıcı reklâmlarla tüketimi arttırma, yazılı kültürden uzaklaştırma, gibi mahzurları olan yayınlar üzülerek belirteyim ki çoğunluktadır. Çizgi filmlere varıncaya kadar şiddet, yıkma, dökme, ortadan kaldırmanın ağırlıkta olduğu yapımlar gençlere 24 saat sunuluyor.
Bizim kültürümüzde saygıdeğer bir konumda olan, ana, kızkardeş veya eş olarak hürmet edilen kadın, adeta bir ticari malzeme bir reklâm aracı ve herşeyden daha vahimi cinsi bir obje haline getirilmiştir. Bizim toplumumuzun çok ciddi sorunlarının olduğu doğrudur. Ancak medyanın sürekli olarak yanlışlıkları, toplumun kangren olmuş taraflarını, kötü örnekleri insanların önüne sergilemesi, kişilerin ülkeleri, hatta kendileri ile ilgili karamsarlığa düşmelerine sebep olmaktadır. Okuyucu, dinleyici veya seyirci sürekli olarak hırsızlıklar, yolsuzluklar, ahlaksızlıklar, haksızlıklar, işkenceler, katiller, insan hakları ihlalleri, dürüst ve namuslu insanların hayal kırıklıkları vs. ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Yani özetle bütün çirkinlikler sergilenirken iyi örnekler, güzellikler adeta görmezlikten gelinmektedir. Bu durum, toplumu müthiş bir karamsarlık girdabına sürüklemektedir. Medya elbette denetim görevini yapacaktır, ama olayların takdim ediliş biçimi çok önemlidir. Öte yandan gelir dağılımının son derece farklı olduğu ülkemizde, yapılan yayınlarla fakir fukara ile alay edilmektedir. Eskiden beri ülkemizde dar gelirli insanlar hep olagelmiştir. Ne var ki bu insanların başka kesimlerin hayatlarına özenmeleri söz konusu değildi. Özellikle televizyonlar yurdun en ücra köşesinde yaşayan doğru dürüst beslenemeyen, giyinemeyen vatandaşlarımıza şatafatlı bir dünya sunmaktadır. Bir yandan varlıklı, kolay kazanıp kolay harcayan insanların eğlence adı altında akla hayale gelmedik çılgınlıkları ve bunların magazin haberleri adı altında teşhir edilmesi; öte yandan kızgın güneşin altında tütünle, pamukla uğraşan ancak alnının terinin karşılığını alamayan insanımız... Bu durumda Ülkemin bir yerinde bazı genç kızların intihar etmesine şaşmamak lazım . Kavak eken sopa biçer, rüzgâr eken fırtına biçer… Dilimiz o kadar fakirleştirildi ki artık insanlar 2–3 yüz kelime ile konuşur hale geldiler. Dili yozlaşan, fakirleşen toplumlar düşünme melekelerini bile kaybederler. Çünkü insanlar kelimelerle düşünür. Bırakalım yüzyıl önce basılmış bir kitabı, 1960’larda 1970’lerde yazılıp basılan kitaplar bu günkü nesiller tarafından kolay kolay anlaşılamıyor. Üretilen zevksiz, kuru, muzikaliteden yoksun kelimeler zamanla yerleşince “Bakınız işte tuttu. Güzel olmasaydı halk tarafından benimsenmezdi” gibi yorumlar yapılıyor. Hâlbuki sürekli bir dayatma sonucu yanlış da olsa bunlara toplumun alıştırıldığı göz ardı ediliyor. Bu durumu çok güzel izah eden bir fıkra vardır: Şehirden Anadolu’nun ücra bir köyüne gelin gider. Gelin Hanım, köye varınca mayıs (Tezek) kokusundan müthiş rahatsız olur. Her tarafta tezek yığınları vardır. Kayınpederine evlerinin etrafındaki hayvan pisliklerini niye temizlemediklerini, mevcut pis kokuya nasıl dayandıklarını sorar. Kayınpederi der ki: Kızım biz evimizin etrafındakileri uzaklaştırsak bile 15 metre öteden bu sefer, Mehmet Efendi’nin evinin etrafındakılerin kokusu gelir. Burası köy yeridir. Bundan kurtulmak çok zordur. Hamarat gelin herşeye rağmen kolları sıvar evlerinin etrafındaki bütün mayısı, tezekleri uzaklaştırır. Bir ay sonra koku namına bir şey kalmaz. Kayınpederine, Gördünüz mü koku diye bir şey kalmadı, deyince kayınpederi; Kızım aslında koku aynen devam ediyor ama kokuya senin burnun alıştı, der. Maalesef toplumumuzun birçok çirkinliğe ve yanlışlığa tabir yerinde ise dayatma ve yoğun telkin sonucu adeta burnu alıştırılıyor. Zengin bir folklorumuz vardır. Saz şairleri beşeri bütün duyguları en sade, en açık Türkçe ile anlatmakta ustadırlar. Halk masallarında hayal gücünün en güzel en hür oyunları vardır. Öyle halk havaları vardır ki oynamasını bilmeseniz de insanı kıpır kıpır ritmine kaptırır. Anadolu’da hasret ve gözyaşı ile kalbimizi burkan ağıtlar dinlersiniz. Anadolu’nun uzak ve mütevazı köylerinde kasabalarında tandır başında genç kızların işledikleri nakışların rengini ve şeklini büyük müzelerdeki meşhur tablolarda göremezsiniz. Her halı, her kilim aynı zamanda ilmik ilmik, desen desen gönlün aynasıdır. Hele o günlük hayatı derin bir mana ile şekillendiren örf ve adetler... Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kültürümüzün dünyaya kapatılması, durağan hale getirilmesi elbette söz konusu olamaz. Bunu istesek de yapamayız. Çünkü İnternet çağında yaşıyoruz. Yunus Emre; “ Her gün yeniden doğarız bizden kim usanası “Derken değişimin kaçınılmaz olduğundan ve sürekli aynı kalmanın usanç vereceğinden söz ediyordu. Benim gencim elbette değişen şartlara göre, kültürel olarak da kendini yenileyecek. Her gün yeni bir âlem kuruluyor. Ne var ki, bizi biz yapan asli çekirdekleri, ana karakteri kaybetmeden. Gençliğimiz kapı komşusundan habersiz, ama dünyanın öbür ucundaki insanla chat yapıyorsa bu sağlıklı bir durum değildir. İkisinin bir arada yapılması elbette arzulanan şeydir. Kendisiyle, ailesiyle toplumuyla iç içe ve ilgili, ayakları kendi topraklarına basan, milli değerleri ve milli kültürü özümsemiş ancak dünyayı bilen, dünyadaki gelişmeleri takip eden ve çağdaş değerleri iyi okuyan bir genç... İşte bizim arzuladığımız genç, işte yetişmesini istediğiniz genç: Orhan Veli, bir şiirinde; “ Düşünme, arzu et! Bak böcekler de öyle yapıyor.” Der. Bugün gerçekten düşünmeyen, sadece midesine bağlı, ruh dünyası boş ve hayatı anlamsız bir nesil yetiştirilmeye çalışılıyor. Büyük Türkiye, ancak kültür ve birikim olarak, ruh olarak büyük ve idealist bir gençlikle gerçekleşir. Burada ünlü Avusturyalı devlet adamı Matternich ile ünlü Türk dostu İngiliz diplomat Davit Urquhart’ın birbirine çok benzeyen sözlerini hatırlayalım. Matternich 19.asrın başında, Urquhart ise ikinci yarısında Osmanlı Devlet adamlarına “Bizim nezdimizde de saygıdeğer kalmak istiyorsanız lütfen kendiniz olarak kalın” mealinde sıkça uyarılarda bulunmuşlardı. Bugün bizlerin bence en önemli görevimiz kültürümüzü, değerlerimizi korumakla kalmayıp “Gençlere; kültürel beslenmeye, yararlanmaya, iyi ve güzel nerede ve kime ait olursa olsun faydalanmaya açık olalım ama daima kendimiz olarak özümüzle kültürümüzle kalalım düşüncesini benimsetmemiz gerekir.”SAYGILARIMLA |
Yorumlar |
14/11/2012 01:04 ”SAYGILARIMLA keleimesinden sonra bu yazının tamamı şu siteden alıntıdır diye dipnot düşmemişsiniz!!! Batu Batur |
Yazarın diğer yazıları |
ÖZLÜ SÖZLER - 06/07/2013 |
ÖZLÜ SÖZLER |
YEREL SEÇİME DOĞRU - 02/05/2013 |
Bir yerel seçime daha on ay kaldı kuruluşu neredeyse İstanbul belediyesi ile aynı olan bir belediye tarihimiz var. |
GÜLNARLILAR YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA DERNEĞİ - 23/04/2012 |
Derneğimiz siyaset üstü bir yapıda olmalı ve bu doğrultuda hareket etmelidir. |